Hayattayken Peygamber Efendimiz (S.A.V)'i görmek şerefine erenler sahâbe değildir. Görmek sahâbe olmak için yeterli değildir. Münafıklar da putperestler de kitap sahiplerinden Allah'ın emirlerini unutanlar da şeytana tapanlarda görmüşler. Yani bunların hepsi sahâbe miydi? Hayır. Oysaki;sahâbenin kim olduğu son derece açık olarak yazıyor Kur'ân-ı Kerim'de.
Allahû Tealâ diyor ki Peygamber Efendimiz (S.A.V)‘e:
3/ÂLİ İMRÂN-20: Fe in hâccûke fe kul eslemtu vechiye lillâhi ve menittebean(menittebeani), ve kul lillezîne ûtûl kitâbe vel ummiyyîne e eslemtum, fe in eslemû fe kadihtedev, ve in tevellev fe innemâ aleykel belâg(belâgu), vallâhu basîrun bil ibâd(ibâdi).
Bundan sonra eğer seninle tartışırlarsa o zaman onlara de ki: "Ben ve bana tâbi olanlar vechimizi (fizik vücudumuzu) Allah'a teslim ettik. O kitab verilenlere ve ümmîlere: "Siz de vechinizi (fizik vücudunuzu) (Allah'a) teslim ettiniz mi?" de. Eğer teslim ettilerse, o taktirde, hidayete ermişlerdir. Ve eğer yüz çevirirlerse, o zaman sana düşen sadece tebliğdir. Ve Allah, kullarını en iyi görendir.
Sahâbe Peygamber Efendimiz (S.A.V)‘i görenler değildir.O'nu herkes görüyor. O'na tâbî olanlardır. Hem de bu tâbiiyet, münafıkların tâbiiyeti değildir, kalbe îmânın yazılmasını temin edecek olan bir tâ-biiyet söz konusudur. İşte böyle bir tâbiiyetiAllah'a göre gerçekleştirmeyenler sahâbe değildir. Yoksa bu münafıklar Peygamber Efendimiz (S.A.V)‘in önünde diz çöküyorlar, tövbe ediyorlar, el öpüyorlar. Ve arkasından diyorlar ki:
49/HUCURÂT-14: Kâletil a’râbu âmennâ, kul lem tu’minû ve lâkin kûlû eslemnâ ve lemmâ yedhulil îmânu fî kulûbikum, ve in tutîullâhe ve resûlehu lâ yelitkum min a’mâlikum şey’â(şey’en), innallâhe gafûrun rahîm(rahîmun).
Araplar: “Biz âmenû olduk.” dediler. (Onlara) de ki: “Siz âmenû olmadınız (Allah'a ulaşmayı dilemediniz). Fakat: “Teslim olduk.” deyin. Kalplerinize (içine) îmân girmedi. Ve eğer Allah'a ve O'nun Resûlü'ne itaat ederseniz (Allah'a ulaşmayı dilerseniz), amellerinizden bir şey eksiltmez. Muhakkak ki Allah, Gafur'dur, Rahîm'dir.”
Allah'a ulaşmayı dilemeden, Peygamber Efendimiz (S.A.V)'den başka hiç kimse mevcut olmadığı için O'na tâbî oluyorlar. Sebebi, eğer tâbî olmazlarsa, cizye adlı bir vergiyi vermek mecburiyetinde kalacaklar. Başlangıçta sahâbeye kötülükler etmişler, sahâbenin de kendilerine kötülük edeceğini zannedi-yorlar. İslâm dairesine böylece tövbe ettikleri için girmişler. "Lâ ilâhe illallâh, Muhammeden resûlullâh." demişler, el öpmüşler, tövbe etmişler, İslâm dairesinin içine girmişler. Ama mü'min olmamışlar.
İşte bu insanlar, Allah'a ulaşmayı hiç dilememişler. Tabiatıyla kalplerine Allahû Tealâ îmânı yazmadığı için, başlarının üzerine devrin imamının ruhu yani Peygamber Efendimiz (S.A.V)‘in ruhu gelmediği için hiçbir şekilde onlar mü'min olmuyorlar.
Münafıklar da sahâbeyle beraber el öptüğü için, aynı işlemleri gerçekleştirdikleri için bilinmiyorlardı. Aynı şekilde namaz kılar, oruç tutar göründükleri için sahâbe, kimlerin münafık, kimlerin sahâbe olduğunu bilmiyordu. Ama bir musîbet çattığı, savaş emrolunduğu zaman işte o insanlar, münafıklar savaşa gitmezler. Buradaki gibi sebepler söylerler.
Abdestli olmuş olmamış, onlar için önemli değil. Zaten yaptıkları şey, baştan aşağı sahtekârlık. İşte bu sahtekârların gerçeklerden ayrılabilmesi için, bir dizayn oluşturuyor Allahû Tealâ. Başlarına bir musîbet geldiği zaman, akla kara derhal açığa çıkıyor;çünkü sahâbe olmayanlar Allah yolunda cihad etmezler. Onlar savaştan mutlaka kaçacaklardır.